Bu Blogda Ara

22 Şubat 2009 Pazar

Hayallerin Bittiği Yerde Hayat da Biter.

İlköğretim ve lise dönemlerimizde ileriye dönük hedefleri olmayan, bir meslek hedefi belirlememiş veya böyle bir potansiyele sahip olmayan arkadaşlarımız “kaldırım mühendisi” unvanını hedeflerlerdi veya onlara bu meslek layık görülürdü. Aynı şekilde yine amiyane tabirle “bir baltaya sap olamamış” tabir edilen kişilere de aynı mühendislik unvanı verilirdi. Aslında söz konusu yergi halen daha güncelliğini korur. Aynı durumdaki kişilere “hayal mühendisi” denilseydi de kaldırım mühendisinin taşıdığı ruhu yansıtabilirdi sanırım. Denilseydi de diyorum çünkü günümüzde artık böyle bir sıfat yergi olmak bir yana ideal bir hedef olabilir.

Henüz ülkemize uğramamış olsa da Amerika başta olmak üzere batıda şahıslar için ciddi bir meslek, şirketler için ciddi bir departman olma konumundadır “hayaller”.

İnsanlığı başarılı kılan, teknolojiyi - yaşam kolaylığını, en gerçek ve genel ifadesi ile Dünya’yı ileriye götüren gerçek; hayallerdir: düşlenen ve gerçekleşen hayaller. Ait olduğu sınıf önemsiz olmaksızın en alttan en üste, kişinin yaşam mutluluğunun, elde ettiği başarıların temelinde de hayaller yatar.

Hayatımızın her alanında geçerli olduğunu yineleyerek iş dünyasındaki önemi ve yerinden bahsedelim. Malum, çalışma hayatına atıldıktan sonra insanoğlunun yaşamının büyük bir bölümü burada geçer, burada tükenir.

Bu yazımın çıkış noktası olan Mediacat yayınlarından çıkan ve Matthew Kelly tarafından kaleme alınan “Bana Hayallerimi Ver Sana Dünyaları Vereyim” adlı kitap iş dünyasında başarılı olmanın en güzel yöntemlerinden birini sergiliyor. Çalışanlarını elinde tutamayan, çalışan sirkülasyon hızı %400′lerde olan bir şirketin çalışanlarının hayallerine verdiği destekle bu oranı %20′lerin altına kadar düşürmeyi başaran ve bunun yanında cirolarını katlayan, her çalışanın şirketin bir satış kadrosu elemanı haline geldiği bir hikaye üzerine kurulu bu kitap.

Gerçekten, çalışılan şirkette kendini huzurlu hissetmek, kurumun bir parçası olmak, kurum kimliğini kendi kimliğin ile bağdaştırmak ve orayı bir aile olarak görüp gerek kurumun tüzel kişiliğiyle gerekse de kurum çalışanlarıyla olan bağları bu doğrultuda geliştirebilmek ve hissedebilmek hem şirket için hem çalışan için yaşanılası bir Dünya’nın önemli bir ayağını oluşturur: kısaca kazan-kazan durumu. Hatta böylesi bir ortamda faaliyet gösteren bir şirketin müşterilerinin de mutlu olacağını düşündüğünüzde: kazan-kazan-kazan… Bu ortamı sağlayabilmenin en güzel yollarından biri de hayallerin peşinden gitmek ve hayalleri peşindekilerin yanında olmak.

Söz konusu kitapta geçen hikâyede Admiral Janitorial Services şirketi, içinde bulunduğu sıkıntılı durumdan bir çıkış noktası ararken bu noktayı çalışanlarının hayallerini gerçekleştirmekte buluyor. İlk zamanlar başarısı konusunda şüpheli olan başta yöneticiler olmak üzere tüm çalışanlar ilerleyen aşamalardaki muhteşem değişimi gözlüyor ve bu akımın içerisine kendilerini bırakıyorlar. Hayallerin gerçekleştirilmesinin finansal boyutla olan sıkı bağından dolayı finans temelli bir profesyonelin şirkette “hayal yöneticisi” sıfatıyla işe alınmasıyla başlayan süreç hayaller ve bu hayallerin gerçekleşmesi ile birlikte muhteşem bir başarı öyküsüne dönüşüyor. Hayallerini gerçekleştirme gücü olmadığını düşünenleri bunun mümkün olduğuna inandırarak, hayalleri olduğunun farkında olmayanlara farkındalık sağlayarak, hayalleri peşinde koşanlara destek olarak ve ilerleyen zamanlarda çalışanların hayallerinin bir bir gerçekleştiğini görerek çok daha mutlu, çok daha huzurlu ve kurumuna son derece bağlı çalışanlar yaratılıyor. Hayalleri gerçekleşen çalışanlar sadık çalışanlar haline gelmekle birlikte kendiişlerindeki verimliliğin artmasının yanında her biri şirkete yeni müşteriler kazandıran satış elemanları haline de dönüşüyor.

Üzerinde çok daha fazla şey söylenebilecek, çok farklı açılardan değerlendirilebilecek, hayatın her bir yönündeki varlığıyla dipsiz bir kuyu halini alabilen “hayal yöneticiliği”ni söz konusu kitaptan seçtiğim birkaç cümleyle bitirerek hem içinizdeki merakı biraz daha artırayım hem de biraz daha fikir vermiş olayım. Umarım 130 sayfa içerisine sığdırılmış bu kitabı okuma fırsatını değerlendirirsiniz:

  • Bir insanın amacı kendisinin en iyi versiyonu olmaktır.(s.13)
  • Ne zaman ki insanlar onlara değer verdiğinizi ve yatırım yaptığınızı anlarlarsa, kibar tepkiler alırsınız ve işte o zaman herkes satış yapar.(s.83)
  • Hayaller: Görünmezler fakat güçlüdürler. Onları göremezsiniz fakat her şeyi yürüten onlardır.(s.94)
  • “Yerine getirilecek bir hayal olmadan kazanılan para amaçsız ve ahlaksızdır.” Peter Thornhill (s.113)

“Hayalin bittiği yerde gerçekler başlar” mı? “Hayalin bittiği yerde hayat biter” mi diye sorulduğunda cevabınızın hayallerin bittiği yerde hayat biter olması dileklerimle…

7 Şubat 2009 Cumartesi

Tamamen Duygusal...

Malum, 2009 itibariyle “yeni” sıfatını atarak Türk Lira’mızı yeniledik. Daha küçük boyutlarda, yeni tasarımı ve yeni yüzleriyle tedavüldeler artık. Boyutlarıyla, yeni yüzleriyle hatta 200 TL’deki yazım hatası iddialarıyla maddi değerinin dışındaki tartışmalarıyla da gündemdeki yerini aldı. Peki, paramızın maddi değeri bir yana manevi-ulusal değerine ne kadar önem veriyoruz?

Özellikle yüksek enflasyon dönemlerinde yaşadığı değer kayıplarıyla, yitirdiği konvertible(çevrilgen) gücüyle Dolar ve Avro(zamanında Mark) başta olmak üzere dövize yönelir halkımız. Halen de önemli bir yatırım aracıdır.

Türk Lira’sını Dolara-Avroya çevirenler onlara gözü gibi bakarlar. Yırtılmamalı, çizilmemeli hatta buruşmamalıdır dövizlerimiz. Sonrasında tekrar Türk Lirası’na dönüşlerimizde finansal kuruluşlarda tahrip olmuş dövizleri istemezler zaten. Aslında olması gereken de budur. Sonuçta önemli bir maddi kıymet olmasının yanında bir ulusun da simgesidir paralar. Her anlamda değer verilmelidir. Peki, bizim Türk Lira’mız saygıyı, itibarı hak etmiyor mu?

Yıllardır cebimizdeki paraları hoyratça kullanıyoruz. (Savurganlık anlamındaki hoyratlıktan bahsetmiyorum.) Buruşturup cebimize koyarız, üstüne not alırız; hatta kimileri alışveriş listelerini paramızın uygun bir yerine not alır: unutulmamalıdır ne alınması gerektiği veya bir destede toplam ne kadar para olduğu. Yazıp, buruşturmakla da kalmayız, bazen yırtılıverir kenarı veya ortadan ikiye ayrılıverir ama önemli değildir; kenarında küçük bir yırtık varsa zaten sorun değil, ortadan ayrılırsa da bantlarız olur biter.

Gerçekten Türk Lira’mızın yalnızca basit bir değişim aracı olarak görülmesi gücüme gidiyor. Yeni paralarımız çıktı ancak tedavüle çıkalı daha 20 gün olmasına rağmen 5 yıllık görünümlü paralara şahit oldum. O para maddi gücümüzün yanında çok önemli de manevi değerimizdir. Şanlı Türkiye Cumhuriyet’imizi ve Ulu önderimizi üstünde taşıyan bir kıymettir. Bağımsızlığımızın önemli sembollerinden ve milli değerlerimizden biridir. Onu korumak yalnızca tasarrufsal bir birikim değil, milli değerimizi koruma ve kollama hareketidir.

Türk parasının değerini koruma kanununa da sahibiz ancak bu kanun yine ağırlıklı olarak paramız ile ilgili yapılabilecek kaçakçılık, kötüye kullanma gibi eylemlere karşı önlemler içeriyor, fiziksel zararın yaptırımlarını karşılayan güçlü bir içeriğe sahip değil ve ayrıca mevcut yaptırımlarında caydırıcılığı tartışılabilir. Ancak elbette bu bir bahane değildir. Böyle bir konunun yasal zorlamalarla sağlanması beklenmemeli. Toplumun kendi otokontrolünde ve sahip olduğu değerleriyle böyle bir savunma içerisinde olması gerekir.

Şimdiye kadarki paralarımızla bunu sağlayamadık, yıllardır tedavülde olan paralarla böyle bir mücadeleyi başlatmakta çok kolay olmayabilirdi. Ancak şu an çok şanslıyız ve büyük bir avantaja sahibiz. Tedavüle henüz çıkmış yeni paralarımız var. Bir sene sonra da eskilerine veda edeceğiz. Gelin bizde paralarımızı maddi değerlerinin yanında manen de güçlü hale getirelim. Ayrıca fiziksel haline verdiğimiz değerin psikolojik boyutta; kıymet olarak değerine katkıda bulunacağını hatta harcamalarımızda da olumlu değişimler göstereceğine inanıyorum. Umarım bir gün bunun üstüne psikologlarımız bir araştırma yaparlar.