Bu Blogda Ara

15 Şubat 2011 Salı

Üç Yaşındaki Çocuk Altı Yaşındaki Çocuğun Yarısı Değildir...

Doktor ol, avukat ol, mühendis ol... Boğaziçi'ni kazan, ODTÜ'yü ilk tercih yap... Son yılların vazgeçilmez ebeveyn söylemleri. Yetenek sorgulaması yapmadan, ilgi alanını tespit etmeden ve hatta saygı duymadan sadece rasyonel düşünerek (aslında kendi hazsal ihtiyaçların da yeri var) yapılan bu sorgulamalar kuşkusuz ülkemizin de en büyük sorunlarından aslında. Dolayısıyla eğitim sistemimizin sorgulanması gerektiği nokta. Aslında değil üniversitede okunacak bölüme şartlandırma (iyi bir bölümde, iyi bir üniversitede okumaya zorlama); üniversite okuyup okumama tercihini bile bırakmalı mı çocuğa?



Bu arada Fatmanur Erdoğan'ın yorumunu da atlamayın...

9 Şubat 2011 Çarşamba

Türk Markalarından Başarı Manzaraları...

Candy Industry tarafından 10 yıldır uygulanan dünyanın en büyük çikolata ve şekerleme şirketleri listesi Küresel Top 100’de kendisine geçen sene 11. sırada yer bulan Ülker bu sene 9. basamakta yer bularak ilk 10’a girme başarısı gösterdi. Kuşkusuz Türkiye markacılığı açısından sevindirici bir haber.

Ben de yıllardır bir Türk markasının Interbrand veya Millward Brown en değerli Top 100 markaları listesinde yer alması hayalini kuruyorum. Önceden de bu hayalim ve bunu başarabilecek markalarımız hakkında bazı ön görülerimi paylaşmıştım. Interbrand geçtiğimiz günlerde 2010 yılının en iyi 100’ünü açıkladı. Maalesef yine bir Türk markası yok. Ancak bu sefer daha inançlıyım. 2011 veya 2012 listesinde mevcut ivmesini devam ettirir ise Türk Hava Yolları’nın (Turkish Airlines) bu listeye girmeye aday birinci sıradaki Türk markası olduğunu düşünüyorum. Gerek gelişen hacmi, büyüyen filosu, hizmet verdiği nokta sayısındaki artış ve gerekse de reklam-pazarlama yatırımları bu öngörümün temel dayanakları. Söz THY’den açılmışken, havacılık sektörünün önemli uluslararası yayınlarından olan Air Transport World (ATW) tarafından THY’ye 2010 "Pazar Liderliği" ödülü verdiğini hatırlatalım. Son derece değerli (özellikle havacılık sektörü için)bu ödül nedeni ile ülkemize ve ülke markacılığına olan katkılarından dolayı THY’ye teşekkürler.

Hazır böyle bir yazı yazmışken ulusal marka değerlendirme şirketlerinden birinde (Interband, Millward Brown veya diğer) Top 100’de yer bulması olası ilk Türk markası sizce hangisi olduğunu ölçmeye yönelik sağ sütunda bir ankete yer verdim. Değerlendirmeleriniz için şimdiden teşekkürler.

5 Şubat 2011 Cumartesi

Karadeniz Esintisi, Fırtınanın Mı Habercisi...

Marketman’da ilk yazmaya başladığım dönemde de benim için ayrı bir önemi olduğunu belirterek iki sevdamı birleştirip “Trabzonspor Futbol Kulübü Değil, Trabzonspor Markası” başlıklı ve Trabzonspor + Pazarlama konulu bir yazı yazmıştım. Yeni bir değerlendirmenin zamanı geldi diye düşünüyorum. Ve bu sefer Pazarlamanın biraz daha dışına çıkarak ama tam olarak kopmadan. Keza bu sene Trabzonlular hatta Karadenizliler için ayrı heyecanlı, ayrı önemli.

Bu sene önemli çünkü Trabzonspor 27 yıllık hasretini dindirmeye çok yakın. Her ne kadar son iki haftadır algılara aksini yerleştirme çabaları olsa da, korku psikolojisi yaratılmaya çalışılsa da gerçek bu. 2010-2011 sezonunun ilk yarısını 42 puan gibi lig tarihinin en başarılı derecelerinden biri ile bitiren Trabzonspor şampiyonluk başarısına çok yaklaştığı bu noktaya kolay ulaşmadı. Üç sene önce hatırı sayılır derecede transfer yapılırken, “geleceğin takımını kuruyoruz” söylevleri, bundan önceki başarısız olunan dönemlerdeki uygulamalarının aksine günü kurtarmaya yönelik vaat olmaktan çıkıp gerçekten geleceğe yapılan uzun vadeli yatırım olarak devam ettirildi. Sonraki sezonlarda birkaç transfer takviyesi ile devam etti takım. Bu süreçteki en büyük sekte ise Ersun Yanal’ın görevden alınışı ve Hugo Bross gibi Trabzon ve Trabzonspor kültürüne uymayacak biriyle yola devam etme kararıydı. Onun dışında izlenen transfer politikası, yönetimdeki istikrar hepsi yolundaydı. Aslında Hugo Bross yerine Şenol Güneş düşüncesi yönetimin en büyük ideali idi. Devam eden planı en iyi tamamlayacak doğru karar alınmıştı aslında ama o dönem Şenol Güneş’in kendi hedefleri ve sağlam kişiliğinin gereklilikleri neticesinde bu karar ertelenmişti. 2009-2010 sezonun ilk yarı sonlarına doğru bu karar uygulanabildi ve bugünkü gelinen noktanın en önemli adımı tamamlanmış oldu. Kaldı ki bu adımın lig sonunda da şampiyonluk turu atan takımın Trabzonspor olması ile ne kadar doğru olduğunun çok sesli olarak dile getirileceğinden eminim.

Şu an uzun vadeli plan yolunda gidiyor olmakla birlikte elbette aralarda aksaklıklar çıkıyor. İlk başlarında da biz taraftarlar geliyoruz. Saman alevi gibiyiz. Kısa vadede bir parlıyor, bir carlıyoruz. Bir hafta deplasmanda 60.000 taraftar ile seyirci rekoru kırıyoruz, bir hafta tribünü dolduramıyor ve alınan bir beraberlik nedeni ile oyuncumuzu yuhalaya biliyoruz. Elbette bu aslında Karadeniz insanın yapısından ileri gelen bir sonuç. Ama başarı isteniyorsa, özeleştiri yapıp bazı özelliklerimize huylarımıza gem vurmamız gerekiyor. En azından belli bir süre. Karadeniz insanının yapısını bilen, Trabzonspor başarısı karşısındaki topluluklar zaten bu özellikten ziyadesi ile istifade etme yarışında. Gerek rakipler, gerekse rakiplerin başarılarından nemalanacak olan 3. Kişiler ısrarla taraftarda ve en büyük eksikliği tecrübe olan takım oyuncularında korku ve panik psikolojisi yaratmanın peşinde. Bu noktada Trabzonspor’un en büyük avantajı gerek tecrübesi gerekse kişiliği ile yine Şenol Güneş’tir. Taraftarın yapması gereken ise çok basit: Şenol Güneş’in her beyanını idrak ederek, sindirerek ve en önemlisi anlayarak dinlemek ve ona göre hareket etmek.

Aslında pazarlama boyutunda da bu son üç sezonluk süreçte çok başarılı adımlarımız var. Ki bunun sahadaki başarıda da oldukça önemli katkısı bulunduğunu düşünüyorum. Bunlardan ilki 61. Dakika şovları. Karakter ile birebir uyuşan ve son derece kanıksanan bir uygulama. Artık dakika şovu Trabzonspor’a hastır. Bundan sonra yapılacak olan taklide girer. Belki ilk yapan Trabzonspor taraftarı değildir ama en doğru yapan ve benimseten o dur. Dolayısıyla sahibi de o dur. Bir diğeri Brezilya basınına bile konu olan maç sonrası kolbastı gösterisi. Yöresel özelliklerle tüm ulusa yayılış. Sırf bu şovu izleyebilmek için Trabzonspor’un kazanmasını isteyen başka takım taraftarı arkadaşlarım var. Bir de şu maskot işini çözebilsek çok güzel olacak. Bu konuda halen Laz İdris’i çok yakıştırıyorum. Eğlence boyutlu bu uygulamalar yanı sıra HES projesi , Trabzoncell, yeni stat projesi, Basketbol Şubesi, TS Club ve artan şube sayısı ve benzeri çalışmalar diğer başarılı adımlardır. Belki bunların içerisinde önemli bir getirisi olan projelerde bulunmaya bilir ancak rekabet ettiğiniz markalar ile yarıştığınız platformda aynı/benzer ürünlerle yer almanız bir şarttır. Ben de bu ülkenin en büyükleri içerisindeyim diyecekseniz sadece sportif başarı ile yarışmanız yeterli olmayacaktır.

En önemli hususlardan biri de Trabzon’un sürükleyici, devrimci yapısıdır. Bunu da burada uzun uzun anlatmaya gerek yok. Yılmaz Özdil’in 01.12.2010 tarihli “Trabzon Travmadır” başlıklı yazısını okumak yeterli. Yılmaz Özdil’in bahsettiği gibi bu unsur da tamam iken, Trabzonspor’un sezon sonunda başarıyı yakalaması kaçınılmazdır. Yılmaz Özdil’e şöyle bir ekleme yapayım sadece: kendisi Trabzon’un peşinde sürüklediği Anadolu takımlarından bahsetmişti yazısında. Bu sene bu sürükleyiş yalnızca Süper Lig ile de sınırlı değil ayrıca. Girişteki “Karadenizliler için önemli” ifademin de esas temeli buydu. Bank Asya 1. Lig’inin şu an itibariyle (18. Hafta) ilk üç sırasına bakalım: 1. Ordu Spor, 2. Samsun Spor, 3. Çaykur Rize Spor… Kim ne derse desin, Mayıs 2011 sonunda tekrar görüşelim. Bu sene Karadeniz senesi… Ayrıca Yılmaz Özdil’in de dediği gibi bu başarı bu seneyle de kalmaz, bu ivmeyle en az birkaç sezon daha devam eder. Hele ki 18 takımın 5’inin Trabzon, Ordu, Ç.Rize, Samsun (veya Bolu) ve Karabük Spor’dan oluştuğu bir 2011-2012 sezonu düşünün.

Türk Futbolu uzunca bir süre Karedeniz etkisinde sürüklenmeye hazır olsun…