Bu Blogda Ara

30 Aralık 2013 Pazartesi

2013'ün İlk 5'i ve Daha 5'i

Aralık 2007 doğumlu marketman-onair, 2013 yılının da bitmesi ile birlikte 6. yılını bitirip 7. yaşından gün almaya başladı. En büyük mutluluğum, her geçen yılın onu benim için daha kıymetli kılması. Malum, özellikle mikro bloglar ile birlikte birçok blog, internetin derinliklerinde kaybolup giderken marketman-onair iyisi ile kötüsüyle yoluna devam ediyor. Bu sonucun sebebi olan herkese teşekkür ederim. 

2013 yılında 32 paylaşımda bulunmuşum. Bir yıl sonu geleneği olarak bunların en çok etkileşim alan İlk 5'ini  paylaşarak haklarını teslim edelim:

27 Aralık 2013 Cuma

Ürünlerimiz Sağlığa Zararlıdır ama Vakit de Nakittir!

Şok! Flaş! Skandal... Mc Donald's çalışanlarına fast food ürünlerinin sağlıksız olduğunu söyledi!

Müthiş bir gaf, tarihi bir itiraf duygusu ile verildi çoğu yerde bu haber. Bir hızlı yiyecek şirketinin, kurum çalışanlarına yönelik hizmet veren sitesindeki uyarısının sızması bir çok kişiyi rahatsız etti. Konuyu, "kendi ürününü kötüleyen marka" genelinde düşündüğünüzde olayın dramatikliğine kapılmak elbette beklenen sonuç. Ancak şeytan ayrıntıda gizlidir! 

Bugüne kadar ne ben ne de siz eminim ki hiç bir yerde fast food ürünlerinin sağlığa ne kadar yararlı ürünler olduğunu anlatan bir makale okumadınız. Hiç birimizin her hangi bir rahatsızlığı sonucu doktor tavsiyesi olmadı hamburger! Zaten bize bunları söyleyecek biri çıksaydı da aklından zoru olduğunu düşünürdük herhalde. 

Bunların aksine fast food ürünlerinin ne kadar sağlıksız olduğu, özellikle çocuklarımızı olabildiğince uzak tutmamız gerektiğini anlatan bir çok uzman tavsiyesi okuduk, izledik. Hatta fast food yüzünden Dünya Kupasına katılamayan milli takıma, daha da beteri ölüm nedeni fast food olanlara rastladık.  

Fast food ürünlerinin sağlıksızlığının kesinliği, sigara paketleri üzerindeki sigara sağlığa zararlıdır uyarısının kesinliği kadar net. Bence siz de Mc Donald's gibi "sandviç, salata ve su" üçlüsünün, "çizburger, patates kızartması ve kola" üçlüsünden daha sağlıklı olduğunu düşünüyorsunuz. Ve şuna da eminim ki Mc Donald's yalnızca çalışanlarına karşı değil, müşterilerine de hiç bir zaman patates kızartmalı üçlünün daha sağlıklı olduğunu iddia etmedi. En fazla, bir kıyas içerisine girmedi. Dolayısıyla şaşırmışlık hali, asıl şaşırtan aslında... 

23 Aralık 2013 Pazartesi

2014 Tahmini: Kendi Öngörüsünü Kendi Yaratanlar Kazanacak!

Her yıl sonu olduğu gibi, 2013'ün de sonlarına geldiğimiz bu günlerde herkes 2014 kehanetlerine başladı... 2014 yılında giyim modası ne olacak? Dolar/Avro nereleri görür? Ekonomi ne kadar büyüyecek? Şampiyon kim olacak? 

Cevabı üzerine tahminlerin yürütüldüğü bu soru listesini genelden özele sonsuzlaştırmak mümkün. 

İnsanın içindeki merak, bilinmeze olan korkusu ile birleşince öngörü kıymetli bir hazineye dönüşüyor. Şüphesiz ki başımıza gelecekleri bilebilmek gibi bir güce sahip olmak, bizleri harika bir süper kahramana dönüştürebilirdi. Ama maalesef kötü haber; böyle bir güce sahip birini dünya, tarihi boyunca konuk etmedi!

Hatta durumun vahametini biraz daha somutlaştırmak gerekirse, Profesör Philip Tetlock tarafından 10 yıl süre boyunca 284 uzmanın 82.361 öngörüsü üzerinden gerçekleştirdiği çalışmanın, uzmanların ileriye dönük öngörülerinin gerçekleşme yüzdesi ile bilgisayarda rastgele üretilen sayıların tahmin edilen sayı çıkma yüzdesi arasında çok az fark olduğu sonucuna ulaştığını söylemek gerek. 

İnsanların tecrübelerinden, sahip oldukları entelektüel birikimden çıkarımlar yaparak öngörülerde bulunması elbette abes değil. Hatta kesin bir doğruya varmasa dahi, bilinmezliklerin neler olduğunu ortaya koyması açısından faydalı da. Ancak öngörünün kesin bir kehanet olarak kabul edilmesi, bilinmezlikten daha yıkıcı sonuçlar yaratabilme gücüne sahip. 

17 Aralık 2013 Salı

Karşılaştırmalı Reklam Taşı Kuyuya Atacak İlk Deliyi Bekliyor!

Kasım aylarının sonu itibariyle reklam dünyasını heyecanlandıran bir kanun yürürlüğe girdi. Aslında 88 maddeden oluşan ve tüketicinin korunmasına yönelik bir çok yenilik içeren Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun'un gündem olan başlığı Ticari Reklam, konuşulan (hemen hemen) tek maddesi ise 61. maddeydi. Hatta yalnızca 61. maddenin 5. fıkrası. 

"Aynı ihtiyaçları karşılayan ya da aynı amaca yönelik rakip mal veya hizmetlerin karşılaştırmalı reklamı yapılabilir" diyen Cumhurbaşkanı onaylı 5. fıkra, yıllardır özellikle Amerika'daki örnekleri ile eğlendiğimiz karşılaştırmalı reklamların Türkçe örneklerinin de önünü açtı. Ancak en küçük bir boşluğu fırsata çevirme hızında üzerine olmayan reklam dünyası, kanunun yürürlüğe girmesinin ardından 1 ay geçmesine rağmen sessiz. Fırtına çıkmadan, bu sessizliğe fırtına öncesi sessizlik diyebilmek zor olsa da, bir çok reklam ajansının, marka yöneticilerinin şu an harıl harıl stratejiler üzerine çalıştığını kestirmek zor değil elbette.

Bu süreci uzatan etmenleri düşündüğümüzde ise öncelikle "hukuk" boyutu aleni bir şekilde beliriyor. Kanun ile karşılaştırmalı reklamın önü açılmış olsa da, 61.maddenin aşağıdaki diğer (2.,3. ve 6.) fıkralarının yoruma açıklıklarının reklam verende tedirginlik yaratmaması mümkün değil! 

  • Ticari reklamların Reklam Kurulunca belirlenen ilkelere, genel ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına uygun, doğru ve dürüst olmaları esastır.
  • Tüketiciyi aldatıcı veya onun tecrübe ve bilgi noksanlarını istismar edici.....ticari reklam yapılamaz.
  • Reklam verenler ticari reklamlarında yer alan iddiaların doğruluğunu ispat ile yükümlüdür.

27 Kasım 2013 Çarşamba

Kasım'da Tüketim Başkadır...

Teknoloji, rekabet, iletişim, eğitim, kültür... Dünya yaşlandıkça hemen hepsi gelişiyor; gelişim ile birlikte de rasyonel insanın rasyonelliğinin artması bekleniyor. Ama özellikle tüketim söz konusu olduğunda beklenti ile sonuç bir birine pek yakın yerlerde gezmiyor...

Çağımızın en önemli sorunlarından tüketim çılgınlığının en somut örneklerinden olan iki önemli pazarlama günü ile bunların düşmanı olan gününü Kasım ayının son 4-5 gününe sıkıştıran Amerika'nın Kara Cuma, Siber Pazartesi ve Satın Almama Günü'nü, Pazarlamasyon'da özetledim. İyi Okumalar...

9 Kasım 2013 Cumartesi

Sosyal Sorumluluk Projeleri ve Ahlak Sorunu

Tahrip edilen doğa, sağlık problemleri, eğitimden yoksun kalan çocuklar, şiddet gören kadınlar…  Dünyanın bin bir derdinden sadece bazıları. Bu dertlerle mücadele; huzurlu toplum düzenini sağlamak için, devletlerin ve Sivil Toplum Kuruluşlarının en önemli uğraş alanı. Ancak iç içe yaşadığı toplumun huzuru ile ilgili kendini sorumlu hisseden yalnızca devlet ve STK’lar değildir. Toplumun gerçek kişileri arasına karışmış marka kişilikleri de sağlıklı ve huzurlu bir toplum içerisinde var olmak isterler.

Bugünün sorunlarını çözmek, gelecek nesillere daha yaşanabilir bir dünya bırakabilmek uğraşında sorumluluk hisseden markalar, sosyal sorumluluk kampanyaları ile karşımıza çıkar. Eğitim hakkına erişemeyen çocuklara, dünyanın zenginliklerinden kendisine pay edinemeyenlere, ailesinde şiddet görenlere yardıma hazır olan bu markalar, kültür ve sanat yatırımları ile de toplumsal fayda çıtasını olabildiğine yükseltmek için çabalamaktadır. Elbette birincil var oluş nedeni kâr olan markaların, bu sosyal sorumluluk projelerinin içerisinde de (samimi ve samimi olmayanlar olarak ayrılmakla birlikte) bir nebze de olsa yine kazanç düşüncesi olduğunu unutmamak gerekir. Elbette bu gerçek, sosyal sorumluluk projelerinin değerinin ve gerekliliğinin önemini azaltmaz.

18 Ekim 2013 Cuma

Kaliteli Bir Yaşam Sırrı olarak MARKA

Bir ülkenin kültürü, değeri, tarihi, insanı, coğrafyası... Hepsi günümüzde o ülkenin markaları kadar anlamlı... Ülke sınırlarının şeffaf çizgilerle çizildiği günümüz dünyasında, ülkeleri; "güçlü/zayıf", "gelişmiş/gelişmekte olan/gelişmemiş" gibi sınıflara ayırdığınızda, o ülke markalarının da aynı sıfatlara sahip olduklarını göreceksiniz. 

Toplu tüfekli savaşlar, tarihin günümüze taşıdığı nostaljik ve ilkel savaşlar artık. Zaman zaman patlak veren bu tip savaşların yanında her gün markalar ile yaşanan kora kor savaşların galipleri, halkına bu zaferlerin ışığında kaliteli yaşam şansı sunuyor. Her geçen gün fethettikleri yeni coğrafyalar sayesinde dünyada da söz sahibi oluyorlar. 

Markaları ile birlikte kültürlerini ihraç eden ülkeler, damak tatlarımızı, müzik zevkimizi de değiştirmeye başlıyor. Güçlü markalara sahip ülkelerin mutfaklarına gidiyoruz, onların müziğini dinliyoruz. Satın alma gücü paritesini bile Big Mac sayesinde ölçüyoruz. 

22 Eylül 2013 Pazar

Basit ama Zor iş: Meraklandıran Reklam...

Merak... Belki de dünyanın gelişmesindeki birincil motivasyon! Amerikayı keşfettiren, telefonu icat ettiren heves... 

Merak... Başına iş açabilecek gereksiz bilgi öğrenme güdüsü! Komşuya giren yabancıyı gözetlettiren, iş arkadaşının e-postalarını karıştırtan heves... 

Artısı ve eksileri ile bir insanı harekete geçirebilecek en önemli duygularımızdan olan merak, haliyle tüketici davranışlarına yön vermede de oldukça etkili. Yeni bir ürünün, yeni bir markanın en büyük yardımcısı olan merak, pazarlamanın her alanında karşımıza çıkabilmekte. Özellikle reklamlardaki kullanımı hayli keyifli sonuçlar doğuruyor. 

Dilimize de orjinalindeki kullanımı olan "teaser" olarak yerleşen reklamda merak/meraklandırma kullanımı, piyasaya yeni sürülecek olan bir ürün için hazırlanacak reklam kampanyasında ilk akla gelecek strateji kuşkusuz. Bunun en güzel uygulamalarından biri Motorola'ya ait: 



9 Eylül 2013 Pazartesi

Tüketim İle Üretebilmek ve Zenginlik Olgusu...

Dünya Doğal Hayat Fonu’nun 2002 yılında yayınladığı rapor, mevcut tüketim artışının aynı hızla devam ederse 2050 yılında canlı yaşamının sürebilmesi için dünya gibi iki gezegene daha ihtiyacımız olduğunu söylüyordu... Son veriler ne yöndedir bilemiyorum ama tüketim artışındaki ivmenin devam ettiği iddiası, tüketimin son 10 yılda azalan bir ivmede olduğunu söylemekten çok daha kolay ve akla yatkın geliyor. 

Kuşkusuz tüketim çılgınlığı adı altında yaratılan farkındalık da 2002 yılındaki seviyelerin çok ötekisinde. Daha bilinçli tüketici, daha bilinçli markalara sahibiz. Sürdürebilirlik kelimesinin popülaritesi ile de bu farkındalığın sağlamasını yapabilmek mümkün. 

Tüketim artışındaki hızın devam ettiği iddiası ile artan bilinçli tüketim anlayışının çeliştiğini düşünmek ise yanlış olur. Derinlemesine girmeden, genel toplamda insanları “tüketime” yönelten motivasyonun,  “doğayı koruma / ortak yaşam alanı / gelecek nesiller / sağlıklı toplum” gibi motivasyonlardan halen, daha kuvvetli olduğunu söylemek yeterlidir sanırım. Ayrıca özellikle ülkemizde sürdürülebilirlik kavramının henüz teorinin altın çocuğu aşamasında olduğunu da söylemeliyiz. Kulağa çok hoş gelen sürdürülebilirliğin uygulamadaki örnekleri henüz tüketimin karşısına dikilmesini sağlayacak bir olgunluğa sahip değil.

3 Eylül 2013 Salı

Dağları Yerinden Oynatan Gerçekler Değil, İnançlardır...

Fethedilmeyi bekleyen milyonlarca müşteri ve fetih hayalleri için yaman bir savaş içerisindeki binlerce marka... Ve bu savaşın en değerli silahı: hikayeler...

Bugün yüksek lisans programlarına konu olan hikaye anlatımı, bir mülakatta da "bize hikayeni anlat" sorusu ile karşınıza çıkabilir. Kutsal kitapların bile hikayeler üzerine kurulduğunu düşündüğümüzde gücünü biraz daha idrak etmemizi kolaylaştıracak; markalar yanı sıra, kişisel olarak da büyük ihtiyacımız olan hikaye anlatımının genel bir derlemesi için buradan devam edebilirsiniz... 

24 Ağustos 2013 Cumartesi

Yaşayan Marka Olmak... (At Bi' Sakal!)

Brian Wilson ismi muhtemelen size de benim gibi pek bi'şey ifade etmiyor. Peki, 800razors desem? Sanırım o da çok tanıdık gelmedi... Bu gerçekler altında Brian Wilson ismi ile 800razors markasını bir araya getiren bir haberin, (hemen) tüm geleneksel gazetelerde ve internet sayfalarında dahi yer almasının güçlü bir anlamı olmalı...

Bu anlam, abartılı bir sakala sahip kişiye, sakallarını kesmesi karşılığında 1 Milyon Dolar teklif edilmesinin altında gizli elbette. 

Los Angeles beyzbol takımı oyuncusu olan Brian Wilson'un, yandaki resimde de görülen sakallarına göz diken tıraş bıçağı markası 800razors, bunun karşılığında 1 Milyon Dolarlık bir bedel ödemeye hazır. Kuşkusuz, her iki ismin de pek bir anlamı olmadığı Türkiye dahi haber olmasının nedeni ise bu iki isimden de bağımsız olarak sakal kesimi karşılığında 1 Milyon Dolar teklif etme çılgınlığının şaşırtıcılığı ve dolayısıyla ilgi çekmesi.

30 Temmuz 2013 Salı

Herkesin Doğrusu Mu, Doğrunun Herkesi Mi?

Bir fikrin doğruluğunun en sık kullanılan sağlamalarından biri, o fikri doğru bilen kişi sayısıdır. Neyin doğru olduğunu, başkalarının neyin doğru olduğunu düşündüğünü öğrenerek belirlememizi sağlayan bu doğruya ulaşma yöntemini “toplumsal kanıt ilkesi” olarak isimlendirir Robert Cialdini…

Aklın yolu bir düşüncesinden yola çıkılarak (hemen) herkes tarafından kabul edilen bir doğruyu doğru bulmak gayet olağan bir davranıştır. Hele ki tecrübeleriniz ile doğruya sıklıkla yakın olan –bir nevi fikir önderi olarak gördüğünüz- kişilerin doğru bulduğunu, sorgulayabilmek bile olanaksız hale gelebilir. Ancak bu olağan davranış, aslında çok da tehlikeli olabilir.


Herkesin kendi doğrusu vardır düşüncesi de belki her doğru için geçerli olmasa da, ideal seçimlere olanak sağlayabilecek bir düşüncedir. Çokça kişi tarafından peşinden gidilenlerin ardına takılmak, hata yapma riskinizi azalttığınız hissini verebilir; kendinizi daha güvende hissedebilirsiniz. Ancak bu düşünceye kapılmak, peşinden gidileni yeterince sorgulamanızı imkânsızlaştıracaktır. İdeal olanı seçip seçmediğinizi ise asla öğrenememenize neden olacaktır.

21 Temmuz 2013 Pazar

Futbol Bir Ölüm Kalım Meselesi Değildir; Ondan Çok Daha Önemlidir*

İlk izlerine M.Ö. 3.000 yıllarında rastlanmış bir topun peşinde koşan insanların... Mezar taşlarına işlemiş Mısırlılar top oynayan insanları... 5.000 yıldır topun peşinden koşan insanoğlu, bugün dünyanın en gözde ekonomilerinden birini yarattı futbol ile. 2011/2012 sezonunda yalnızca Avrupa'da 19 milyar 400 milyon Avro gelir yaratmış bir ekonomiden bahsediyoruz.

Bu büyük sektörü diğer sektörlerden ayıran en önemli özellik ise, duygular/tutkular üzerine inşa edilmiş bir sektör olması. Yarattığı yüksek ekonomik hacim ile diğer ekonomi unsurlarının da ilgi odağı olan futbol, markaların da gözde mecrası... 

Ağırlıklı sponsorluklar ile kendisini futbolun içine atan markaların, şikayetçi olduğum tarafı ise futbolun ruhuna müdahalesi. Kendi çıkarları uğruna sahadaki doğal akışa müdahaleleri... Yatırdıkları paraların karşılığını alabilmek adına sahaya çıkacak futbolcu kadrosuna karışmaktan, oynanacak saati belirlemeye, hatta bir rivayete göre formadaki logosunun görünürlüğünün engellenmemesi adına gol sevinçlerine karışması kadar. 

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Yeşil Gezi'nti...

2013 Mayısının sonları ile birlikte bir gezi'ntiye çıktık ülke olarak... Hükümetinden, muhalefetine; akademik çevrelerden, ekonomi piyasalarına bir çok oyunculu ama merkezinde halkın yer aldığı bu gezintinin çok sayıda durak noktası oluştu. Ülke sınırları içerisine de sığmayan bu gezinti haliyle siyasi, toplumsal, ekonomik ve çevreci bir çok analiz doğurdu. Ancak en başa döndüğümüzde, bu beklenmedik gezintinin bir parkın korunması amaçlı bir eylem ile başladığını hepiniz hatırlayacaktır. 

Gerçekten kimsenin bu noktalara varabileceğini kestiremeyeceği eyleme polis müdahalesi ardından kar topu etkisi gibi artan çevre bilinçlilerin aksiyonları karşısında, büyük markaların ilk günkü reaksiyonlarını da hatırlayacaksınız... Ardı ardına bu parkta yapılacak olası bir AVM'de yer almayacaklarını açıklamaya başladılar. Samimiyetlerini ölçebilmek bu aşamada çok kolay değil elbette ama biraz heyecan, biraz korku hissedilebilen duygularıydı! 

Aslında markaların uzunca sayılabilecek bir süredir önemli odaklarındandır; "sürdürülebilirlik" ve "yeşil pazarlama". Tüketim çılgınlığının yarattığı zararların hissedilebilir seviyeye yükselmesi ve hemen ardından tüketicinin de bu olumsuzluklara sesini yükseltmesi; markaların, işletmelerin çevre/toplum bilincini artırdı!  

27 Haziran 2013 Perşembe

Müşteri Portföyündeki %20'yi Zor Tutuyoruz!

Cep telefonunuzda son bir aylık aramalar listesine göz atın, sonra da rehberinize.. Kabaca bir hesap yaptığınızda onca kayıtlı kişi arasında sadece sınırlı bir kısmı aradığınızı göreceksiniz. Muhtemelen bu kısım, rehberdeki kayıtlı kişi sayısının %20'si dolaylarına tekabül edecektir.

Ülkedeki gelir dağılımına baktığınızda da, kabaca gelirlerin %80'nin, nüfusun %20'sinin elinde olduğunu görebilirsiniz... Bir çok benzer örnekle çoğaltılabilecek olan %80 ve %20 ilişkisi, bir ilkeye dayanır.

Etkilerin kabaca %80'inin etkenlerin %20'sinden kaynaklandığını iddia eden bu ilke "Pareto İlkesi" olarak adlandırılır. Pareto ilkesinin marka boyutundaki etkisini yalın bir şekilde Pazarlamasyon'da ifade etmeye çalıştım. Okumak için buradan devam edebilirsiniz...

26 Haziran 2013 Çarşamba

Soğuk Çay, Soğuk İş...

Çaykur için en güçlü kamu markalarımızdan biri dersek, sanırım kolay kolay itiraz edeniniz olmaz. 1983 yılında Kamu İktisadi Kuruluşu olarak kurulan, 1994 yılında ise İktisadi Devlet Teşekkülü hüviyetine bürünen Çaykur, çay pazarının önemli oyuncularından kuşkusuz. Toplamda bakıldığında, arkasındaki kamu gücü, lehine mi aleyhine mi işliyor net ifade edebileceğim bir konu değil ama iletişim boyutunda "teşekkül" seviyesinde seyrettiği kesin...

Aslında uzunca süredir, ilk ve güçlü bir milli çaycımız olması nedeni ile Çaykur'un soğuk çay pazarına girmesini bekliyordum. Malumunuz, geçtiğimiz günlerde televizyon ekranlarında dönmeye başlayan reklamı ile Didi markası ile girdiğini de gördük. Lansmanını yaptığı reklamı önce bir kez daha izleyelim:


8 Haziran 2013 Cumartesi

Bu Aralar Kısa Yazıyoruz...


Y kuşağı kendini ilk defa bu kadar net ifşa ediyor;

Bizim için kendimizi ifade etmemiz çok önemli diyorlar, dinleyin ve anlayın bizi... 

Kimlik takıntımız yok. Ruhumuz ön planda olsun, düşüncelerimiz, özgürlüklerimiz... Yaratıcıyız, ortaya koyduğumuzu paylaşırız diyorlar... Herhangi birisi tarafından ortaya konulan ürün, anında anonim oluyor; peşinden gidip "ben yaptım, ben yaptım" savaşında değil hiçbiri... Genellikle sosyal medyadayım ve sanal bir kimlik gerçek kimlikten daha önemli; yeter ki fikirlerim bilinsin, yayılsın. Hatta bunun için yeri gelir ünlü(celebrity) kimliğini silahım yapabilirim... 

"Kusura bakmayın, kısa yazacak kadar vaktim yoktu" diyenler dönemi bitiyor artık, onlar genellikle kısa yazacak vakit bulabilmeleri ile varlar. 

Öncelikle İnsan Kaynakları ve Pazarlama özelinde olmak üzere, işletmeler ve akademiler için gezi parkı reaksiyonları büyük nimet; onları kendilerini hiç bu kadar açıkça ifşa ederken görmemiştiniz. 

2025 yılında çalışma hayatının %75'ini oluşturacak olan bu kuşağı doğru okuyan ve hızlı olanlar, o yılların en önlerinde olanları olacaktır...

26 Mayıs 2013 Pazar

Hashtag Altında #Marka Savaşları

Kuşkusuz ki Jack Trout ve Al Ries haklı; pazarlama bir savaştır ve buradaki düşman rakipler, fethedilecek yer ise müşterilerdir. 

Tarihin en uzun soluklu bu savaşında her geçen gün yeni stratejiler boy göstermekte ve bu savaş tam bir akıl oyunlarına dönüşmekte.

Akıl, gerçekten de günümüz pazarlama anlayışının en önemli unsuru. Müşteriyi fethedebilmek, rakibini alt edebilmek için markanın en önemli mühimmatı. Savaş meydanları ise büyüdükçe büyümekte. Tüketicinin bir alana girmesi ile markaların kılıçlarını kuşanıp o alanı savaş meydanına çevirmesi  arasında çok kısa bir süre geçiyor. İşte, son yılların bu savaş meydanlarının en büyüklerinden biri de Twitter.

Birçoğumuz için hayatımızın bir parçası haline gelen Twitter'da en özellerimizi paylaşabiliyor, bilgi alma ihtiyacımızı buradan karşılarken mutluluğumuza ve öfkemize bile burada dem vuruyoruz. Bizi tek tek tanımaya çok ihtiyacı olan markalar için de muhteşem bir mecraya dönüşüyor haliyle.

Markaların işlerini kolaylaştıran #hashtag var bir de. Birbirine benzer kişileri burada topluca bulabiliyorlar. Ortak ilgili alanına sahip kişileri bir araya toplamak için kendileri de sıkı sıkıya #hashtag'e sarılmaya başladı artık. Görsel medyada da, basılı medya da yer alsalar, reklamının dibine yerleştiriyorlar #mesajlarını...

18 Mayıs 2013 Cumartesi

Çok Acayip, Fantastik Bir Yazı!!!

"...sonra vurdum tekmeyi, girdim komutanın odasına..."

Avcı hikayeleri ve askerlik anıları abartının en meşhur mecraları olsa da, ego sahibi insanoğlu abartıyı yer ve zaman mefhumu olmaksızın sever. Yaşadığı deneyim esnasındaki heyecanının aynısını, anlattığı kişilerde de yaşatma ve bunun için abartma ihtiyacı hissetmesi nedenli olduğunu düşündüğüm bu davranış, marka kişiliklerinde de vücut buluyor.

Abartının marka kişiliklerindeki yansımalarını da, bizlerle olan iletişimlerindeki en etkili araçlarından olan reklamlarında yaşıyoruz. Egosunun en parladığı anlar olan reklamlarında marka, sahip olduğu ürünlerini dünyanın merkezine yerleştiriyor. Kargaya yavrusunun kuzgun göründüğü, kirpinin yavrusunu pamuğum diye sevdiği gibi, markanın da ürününe olan sahiplenmişliği elbette abes değil. Ancak asıl önemli olanın senden başkalarınca sahiplenilmesi gerekliliğinin olduğu bir ortamda, onu abartarak kabul ettirebilir miyiz gerçekten? Hele ki çok sayıda benzeri varken...

9 Mayıs 2013 Perşembe

İyilik Satmak...


"Her şeyden önce iyi olalım, ondan sonra mutlu oluruz" demiş J.J.Rousseau.

İyilik bir maneviyatı temsil etse de her türlü başarı arayışına da hizmet eder.

 İyiliğin, markalara hizmetini Pazarlamasyon için yazdım. Okumak için buradan devam edebilirsiniz...



24 Nisan 2013 Çarşamba

Anonim Mucitler ve Pazarlama Dehaları

Thomas Edison ve Graham Bell; 1800'lerde yaşasalar da günümüzün halen en bilindik isimleri... Dünyanın sonuna kadar da muhtemelen bu böyle olacak. Kolay değil, biri elektriğin, biri telefonun mucidi. 

Televizyonu icat eden John Baird de bu ikili kadar olmasa da her zaman adına ulaşılabilir olacak. 

Belki bu üçlü kadar yenilik getiren icatlar yapmamış olsalar da Steve Jobs, Sergey Brin ve Larry Page de her daim yaşatılacak diğer kişilikler. 

Peki ya gizemli mucitler?

Genellikle insanlığın hizmetine sunulan buluşlarının icat tarihi nedeni ile bildiğimiz bu efsanevi kişiler dışında hayran olduğum "anonim" mucitler var. Kim mi bunlar? Bakalım..:

13 Nisan 2013 Cumartesi

ALÂMETİFARİKA® MÜZELERİ*


Bir müze düşünün… 4 boyutlu tiyatroya; Andy Warhol ve Steve Penley gibi ünlü sanatçılar tarafından gerçekleştirilmiş Pop Kültür Galerisine sahip olsun. Bebeği olanlar için bebek arabası, ihtiyaç duyanlar için tekerlekli sandalye, körler için kabartma yazılı kılavuzlar ve motorlu scooter hizmetleri ile her kesimi düşünürken, fotoğraf ve video çekimini özgür bırakarak geleneksel müzecilik tabularına kafa tutsun. Yılda bir milyon üzerinde ziyaretçiye ev sahipliği yapması şaşırtıcı olmazdı herhalde!

Evet, genelde toplumun sınırlı bir kesimine hitap eden müzeleri böylesi bir yaşam alanı ve arzu edilen mekanlar haline getirmek, müzeciliğe ancak bir marka dokunuşu ile mümkün olabilirdi. 

Yukarıda sıralanan hizmetler, Coca-Cola’nın Atlanta’daki World of Coca-Coca adı altında hizmet sunan müzesine ait.  Coca-Cola’nın yanı sıra Harley Davidson’un 110 yıllık tarihi bir serüvene götüren müzesi; 1991 yılında kurulmuş olmasına rağmen köklerinin 1845 yılına uzandığını Nationale-Nederlanden ve NBM Postbank Group bankalarının devamı olmasına dayandırdığı ING Bank müzesi; özellikle ihtişamlı bir tasarıma sahip mimari yapılarıyla adlarından çokça söz ettiren Porsche, BMW ve Mercedes müzeleri; marka müzeleri denildiğinde ilk akla gelenler.

Kültür Birikimi ve Yeni Değerler…


Tarihte ilk olarak, eski kitapların korunup, sunulduğu mekân olarak doğan müze kavramı, zaman içerisinde arkeoloji müzesi, coğrafya müzesi, güzel sanatlar müzesi, bilim müzesi,  sanat müzesi olarak çeşitlenirken, günümüze yaklaşıldığında oyuncak müzelerinden, su altı müzelerine uzanan birçok özel alana konu olmaya başladı.

 Kuşkusuz, müze söz konusu olduğunda, merkezde “kültür ve değerler” yer alıyor. Bir ülkenin sembol olan öğelerinin oluşturduğu kültürün bu parçaları arasında; doğa güzellikleri, kitapları, sanat eserleri, bilimi, tarihi yapıtları arasında artık o ülkenin markaları da yer almakta. Günümüzde ekonomi ve iletişimin gelişimi paralelinde ülkeleri bir birinden ayıran sınırlardan yalnızca coğrafi ve siyasi sınırların kalmış olması, ülkelerin kendilerini markaları ile öne çıkarması, markaları ile farklılaşması sonucunu doğuruyor. Kısacası artık markalar, ticari değerlerinin çok daha ötesinde değerlere sahipler. Müziği ile dünyayı kasıp kavuran, filmleri ile tüm ülkelerde gişe rekorları kıran ülkelere bakın; dünyanın en büyük markalarına da sahip olduklarını göreceksiniz ve inanın bu basit bir rastlantıdan çok daha öte bir gerçek.

6 Nisan 2013 Cumartesi

Y Kuşağının Girişimcilikle Sınavı


Son yıllarda kuşaklar üzerine yapılan araştırmalar çoğaldı. Eğitimcilerden pazarlamacılara, antropologlardan siyasilere kadar herkes, kuşakları;  kuşaklar arası davranış farklılıklarını anlamaya çalışıyor.

Literatürde farklı kuşak incelemeleri olmakla birlikte, 1946-1964 arası doğumlulardan oluşan Baby Boomer(Bebek Patlaması) kuşağı, 1965-1979 arası doğumlulardan oluşan X kuşağı, 1980-1999 arası doğumlulardan oluşan Y kuşağı ve 2000 sonrası doğumlulardan oluşan Z kuşağı sınıflandırması, en bilindik ve en çok kabul gören kuşak sınıflandırmasıdır. Baby Boomer kuşağı; sadakatli, kanaatkâr, muhafazakâr ve teknoloji ile arası çok iyi olmayan özellikleri ile bilinirken, X kuşağı; otoriteye saygılı, toplumsal sorunlara duyarlı, teknoloji ile ilişkisi zorunluluklar paralelinde olan ve yine kanaatkâr yapılarıyla bilinmektedir. Teknoloji ile arası iyi olan Y kuşağı; sadakat duygusundan uzaklaşmaya başlarken, eğlenceyi, kazanmayı öne çıkararak bireyci davranışlar sergiler. Z kuşağı ise tam anlamıyla internet kuşağıdır. Z kuşağı; bilgisayarsız, mp3 çalarsız anılamazken, doğuştan da tüketicidirler.

Günümüzde teknoloji ve iletişimin gelişimi, ister istemez DNA’larımıza da işliyor. Hızla değişen dünya, bu değişime ayak uyduran, uydurmaya çalışan ve yetişemeyenleri ayırarak, birbirleri arasında uçurumlar yaratan kuşaklar doğuruyor. Dijital doğanlar ve dijital göçmenler de bu hızlı akımın doğurduğu farklılıkların anlamlaştırılmaya çalışıldığı ve temel hatlarla ifade edilmeye çalışıldığı bir diğer kuşak sınırlandırması. Dijital göçmenlerin son kuşağı olan Y kuşağı da (önemli bir çoğunluğunun taşıdığı özellikler nedeni ile dijital yerli içerisinde de kabul görür), kuşak araştırmalarının en rağbet göreni. Doğaldır; artık yavaş yavaş liderlik koltuklarına oturmaya başlayan; 80 doğumlular ile 95 doğumlular arasındakilerden oluşan bu kuşak, 2025 itibariyle çalışan kuşağın %75’ini oluşturacak.

Dünyaca ünlü iletişim network’ü Edelman, 2010 yılında Y Kuşağı üzerine gerçekleştirdiği “8095®” adlı bir araştırmasını geçenlerde güncelledi. Geliştirilen araştırmada bu sefer Türkiye de yer alıyor. Araştırmadan Y kuşağının en büyük hedefi olarak, “tutkuları ile örtüşen bir iş yapmak” sonucu çıkmış. İçinde bulunduğum kuşak olarak ben de gönül rahatlığıyla oyumu bu seçeneğe verebilirim. Çalışmak demişken, araştırmanın en öne çıkan sonuçlarından birini daha vereyim; Y kuşağı için hayattaki en büyük amaç, %48 ile kendi işini yapmak. Bingo! Y kuşağı girişimci…

29 Mart 2013 Cuma

Alışmak Sevmekten Daha Zor Geliyor...

İlk olarak Kevin Roberts dillendirmişti lovemark'ı, yani aşk markalarını... İnsanların onlarsız yaşayamayacağı markalar diyordu aşk markaları için; duyguların en güçlülerinden olan aşkı, bazen markalarda bulduğumuzu söylüyordu.

Çok tuttu aşk markası fikri... Aslında insanların Roberts dillendirmeden öncede markalara, ürünlere yönelik tutkuları vardı. Hazsal tüketim günümüzün temel tüketim alanı olmakla birlikte, insanoğlu var olduğu sürece hazlarına kulak veriyordu; her alanda. O yüzden Roberts'ın malumun ilanını gerçekleştirdiği 2000'li yıllarda tüketim öyle bir boyuta gelmişti ki, ihtiyaç dışı tüketimin vardığı boyutun mantıksızlığında marka ve aşk(tutku) ilişkisi daha da bir anlam kazanmıştı. Kısaca, mantığın bittiği yerde aşk başlamıştı. 

8 Mart 2013 Cuma

Sevginin Yerini Şiddet Almasın...

8 Mart 1857 tarihinde ABD'deki bir fabrikada çıkan yangında çoğu kadın işçinin ölümü ile sonuçlanan facia ekseninde 1910 yılında Danimarka'nın Kopenhag kentindeki Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansındaki bir teklifin kabulü ile 8 Mart, Dünya Kadınlar Günü olarak anılmaya başlanır.  Haliyle 1960 yılında ABD'de de 8 Mart'ın Dünya Kadınlar Günü olarak anılmaya başlanması ardından daha da bir değer kazanan bu gün, 1977 yılında da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilir. 

Günümüzün çok sayıdaki önemli günlerinin; Anneler Günü, Sevgililer Günü gibi parlayan yıldızları ardından hatırı sayılır değer göreni olan 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü hepimiz kadına şiddete hayır kampanyaları ile hatırlıyoruz. Artık gelenekselleşen dayak yemiş, işkence görmüş kadın resimleri ile karşımıza çıkan şiddet karşıtı kampanyalarda her yıl değişen yalnızca yüzler oluyor. Bu yılın en öne çıkan kampanyası olan "Uyumak İçin Ölümü Bekleme" de aynı tema üzerine konumlanmış.


Dünya'daki örnekleri de genellikle bu eksende. Özellikle başta ülkemiz olmak üzere, dünyada da kadına şiddet sorunu yıllardır çözüm bulunamayan fakat belki sıfırlanması mümkün olmasa da olabildiğince azaltılmak için duyarlı çevrelerce ısrarla üzerinde durulan bir konu. Dünya Kadınlar Günü'nün doğuş hikayesi de hakkını ararken şiddet gören ve ölüm ile sonuçlanan bir trajediye uzanıyor. Bunları düşündüğünüzde Dünya Kadınlar Gününün bu kampanyalar ile anılması doğal oluyor elbette. Ancak, kadınlara atfedilmiş bir günün, şiddet ekseninde ön plana çıkartılmasına itirazım var!

5 Mart 2013 Salı

Başınızı Dik Tutan Marka: SOLOTÜRK


Sesten daha hızlı hareket ederken biranda havada asılı kaldığına şahitlik edebilirsin… Gökyüzünden döne döne yerküreye düşerken, kalp atışlarının iyice hızlandığı anda dikilen burnu ardından Ay-Yıldız göğsü ile selam eder sana… Her karşılaştığında tüylerini diken diken edebilme yeteneğine sahip bu markanın adı; SOLOTÜRK

2013 gösteri sezonu ile birlikte 3. gösteri sezonuna merhaba diyecek olan SOLOTÜRK; Türk Hava Kuvvetleri’nin 100.yılı etkinleri kapsamında doğan ve F-16 uçağı ile gerçekleştirilen hava akrobasisidir. SOLOTÜRK nedir, nasıl olunur, nasıl kuruldu, neler yapar ve kimler yapar gibi meraklarınıza cevap bulabileceğiniz küçük bir röportaja buradan, biraz daha detay röportaja da buradan ulaşabilirsiniz. Biz, mecramız doğası logosundan & tasarımından bahsedelim…

Logosuna ve uçak tasarımına imza atan Murat Dorkip, altın, gümüş, beyaz ve siyah renklerine yer vermiş çalışmasında. Elbette Türk Hava Kuvvetleri’nin sembolü kartal yanı sıra Ay-Yıldız da yerini almış. Altın rengi ile sunulan Ay-Yıldız ile Türk Milletinin bayrağına ve bayrağının temsil ettiği manaya verilen değer gösterilmek istenmiş. Uçağın üstünde yer alan gümüş yıldız ile ise Türk Hava Kuvvetleri’nin 21. yüzyılın yıldızı olma ideali simgelenmiş. SOLOTÜRK uçarken kanadının üzerinde görülecek olan mat siyah üzerine parlak siyah renkte yerleştirilmiş kartalın, havacıların ruhundaki özgürlüğü ve kararlılığı simgelediği; uçağın burun kısmına doğru uzanan siyah ve gri çapraz çizgilerin ise havacıların hızlı düşünme ve karar verme, sürekli ilerleme ve sınır tanımama gibi niteliklerini betimlediği belirtilmiş. Bahsedilen tasarım özetle, Türk Hava Kuvvetleri Çağıyla Yarışıyor sloganının somutlaştırılmış ifadesi olarak betimlenmiş.

22 Şubat 2013 Cuma

Viral Bu Başlığın Altında: Heineken ve Efes

Bazen çok beğendiğim işler oluyor. Standardımın ötesinde beğendiklerimi de sırf kendimce ölümsüzleştirmek için blogumda paylaşıyorum. Bunlardan birine Efes imza atmış, TBWA'nın kalemi ile. Ben burada ölümsüzleştirirken, bir kez daha izlemek isteyenler de buyursun: 


Yayınlanması ile birlikte en iyi yayılma hızına sahip yerel virallarden biri oldu "Senden Daha Güzel". Ardından Heineken'in 3 yıl kadar önceki işinin hatırlanması / hatırlatılması ardından bu sefer hızlı bir tartışma süreci. "Esinlendiyse ne olmuş yani"ciler ile "hiç orjinal işlerimiz yok"cuların tartışmasında elbette kazanan yok. Herkes içindekileri döktü ve rahatladı. Kuşkusuz bu kısa süre içerisinde yaşananların hızı bazen korkutmuyor değil beni. Günümüz gerçeği, teknolojinin nimeti ve çokça faydanın da nedeni tabi ama tüketim toplumu oluşunun da önemli belirtilerinden! Bu kısa es ardından Heineken reklamını da hatırlayıp, ardından asıl konuma geri döneyim:

19 Şubat 2013 Salı

Aç Kal, Züppe Kal!

Bilirsiniz, Geleneksel BiM Cuma İndirimleri vardır... Le'indirim adı verilse çok da yakışacağını düşündüğüm bu günlerde, BiM'in geleneksel marketçilik hizmetleri dışında sattığı onca ürün olur. Halıdan, oyuncağa, gömlekten çatal/kaşık takımına karşına ne çıkacağını bilemediğin bu günlerde "çakma" markalar ile çakılanların benzerleri sunulur. Geçenlerde ise bir "mucize" oldu. Çok değil, 2 Cuma önce iPhone5'i gördü bu gözler BiM camlarında. Sanırım bir dönem de iPhone4 görmüştü!

BiM ve Apple logolarını yan yana görmek, Shaquille O'Neal & Nicola Alexander çifti gibi duruyordu. Çokça espri malzemesi olduğu üzere, yan yana yakıştıranı da yoktu pek!


13 Şubat 2013 Çarşamba

You Are Globally Us!

Günümüzde herhangi bir veriye ulaşma ve ardından yayılma hızı, ses hızını kıskandırabilecek seviyelerde. Hızın katalizörü ise kuşkusuz "değer". Dokunduğu kitlenin büyüklüğü ve kitlenin ilgisi ile dar bir kalıpta özetleyebileceğimiz bu değere sahip en güncel verilerden biri THY'nin yeni hostes kıyafeti tasarımları.

Sanırım hala kim tarafından olduğu bilinmemekle birlikte sosyal medyaya sızması (sızdırılması) ardından, 7'den 70'e herkesin yorum yapma ihtiyacı hissettiği tasarımlar hakkında çok az sayıda olumlu ama çokça olumsuz tepki geldi. İdeolojik boyuttan, kültürel boyuta, marka boyutundan moda boyutuna kadar bir çok alanda eleştiri konusu olan konuya, popüler tartışmalar dışında bir açıdan bakalım. 

Bu noktada başa dönüp, değere odaklanalım. Kuşkusuz, konunun bu denli konuşulması THY'nin sahip olduğu değerin de bir sonucu. Dünya'nın sayılı hava yolları şirketleri arasında rahatlıkla sayabileceğimiz THY, bugün uçuş noktası sayısı, son yıllardaki reklam/marka yatırımları ile Interbrand ve Milwardbrown gibi kuruluşlarca ilan edilen Dünya'nın en değerli markaları listelerine henüz marka sokamamış olan Türkiye'nin en büyük umudu. Ve işte bu noktada THY'yi, hostes kıyafetleri ve hemen ardından gelen alkol yasağı krizi sonrası önemli bir sınav bekliyor. Krizin yönetiminin, THY'nin büyük marka olma yolundaki önemli kilometre taşlarından olacağını düşünüyorum.

6 Şubat 2013 Çarşamba

Israr Etme Ne Olur, Çalış Seninle de Olur...

Daha konuşmaya başlamadan, bilincimizin farkında olmadığı yaşlarda başlarız ısrara karşı koymaya... "Hadi son kaşık, bu son bu son" replikleri kulaklarımızda çınlarken, ağzı yüzü yumulmuş bir şekilde kaşıkla dairesel bir savaş içerisine gireriz.. 

Büyümeye başladıkça ısrar, anne gibi sadece "bizim iyiliğimiz için" düşüncesiyle yapılan bir şey olmaktan da çıkar. Kendi menfaatine olan bir eylemde senin gücüne ihtiyacı olanların ısrarıyla karşılaşmaya başlarsın. İşte bu noktada en somut örneklere "satış"da rastlarsın...

Mağaza gezerken dibinden ayrılmayarak "peki ya buna ne dersiniz" tekerlemecisi satış danışmanı, otogarda birden kolunuzdan çekerek sizi sürükleyebilme noktasına kadar varabilecek çığırtkan, telefonunuzun ekranına sevgilinizden çok cevapsız çağrı bırakabilecek telesatışçı; ısrarcılar sınıfının en sağlam üyelerinden. Lokantacılar ve taksicileri de Melike Karakartal zamanında anmış zaten! Spam olarak bildirmekten bıktığınız mail sapığı markalar ile sms hastaları da günümüz ısrarcılarının yeni mecralarından bazıları. 

18 Ocak 2013 Cuma

İnsanlar Bizden Çok Polat'a Güvendiler!

Belki de bir çok kişi, Ukra İnşaat ile Necati Şaşmaz aracılığıyla tanışmıştı. Daha doğrusu Polat Alemdar aracılığı ile...


Ülkemizdeki lokomotif sektörlerin başında gelmekle birlikte güven endeksinde sıkıntı yaşayan ve dalgalanmaların en yoğun olduğu sektör olan inşaat sektörünün, bir çok başa oynayan (veya oynama arzusunda olan) inşaat şirketleri gibi Ukra da ünlü kullanımı (celebrity) ile kendini ifade etmek istemişti. 

Kotler, "şirketler kendi adlarını parlatmak için ünlülerin havalarını ödünç almaya başladılar" demişti reklamlarda ünlü kullanımını anlamlandırmak için. Aslında Kotler, ünlü kullanımına gidebilmek için öncelikle parlatılmaya hazır hale gelmiş olmayı da ifade etmek istemişti. Belirli bir şirket kültürü, marka kültürü yaratılıp, sizinle ilgili başarılı deneyimleri artırıp önce ağızdan ağza pazarlama mekanizmasını çalıştırmadan ünlü kullanımına gitmek, biraz popülist bir tercihe dönüşüyor. Hele ki tüketici deneyimlerinin çok daha önemli olduğu inşaat sektörü gibi sektörlerde...

7 Ocak 2013 Pazartesi

Adınız: Yiğit / BBM Pininiz: ?

03.12.1992 tarihindeki Merry Christmas içerikli ilk SMS kimden kime atıldı bilmiyorum ama ne olduysa ondan sonra oldu... Telefonların, sehpalardan cebimize girmeye başlaması ardından, çağrı cihazları da tarihin derinliklerine doğru yol alırken, yerini SMS'e bırakıyordu. Lüks/snop/elit ürün sürecini çok hızlı yaşayan cep telefonlarının yaygınlaşması beraberinde, sanki yıllardır hayalini kurduğumuz ama farkında olmadığımız ürünüymüşcesine SMS'e olan ihtiyacımızın! farkındalığı ardından, markaların da SMS'in gücünü keşfetmeleri uzun sürmedi. Doğal olarak!

Alışverişlerimiz ardından cep telefon numaralarımızı ısrarla isteyen kasiyerler, çeşitli anketlerle telefon numaralarımıza ulaşmaya çalışan markaların asıl amacını öğrenmemiz de yine çok uzun sürmedi. Özeline müdahale olarak algılayan ve ilk baştan karşı koyanlar olmakla birlikte, zaman içerisinde yoğun bir kitle tarafından benimsenerek, ciddi bir fayda elde ettiğini düşünen kitlenin büyüklüğü de hiç fena değildi. 

6 Ocak 2013 Pazar

2012

19 Aralık 2007'de merhaba diyen marketman-onair, 2012 yılını da geride bırakması ardından 5 yaşını bitirip, 6. yaşından gün almaya başladı... Süreç içerisinde bir çok pazarlama blogu gün yüzüne çıkmakla birlikte, bir çoğu da ıssız bir kasabaya büründü. Her geçen zaman sosyal medyanın artan gücü değişmemekle birlikte "özet"e olan bağlılığımız twitter gibi micro blogların popüleritisini artırıp, sessizliğe bürünen blogların nedeni olurken, yine aynı micro bloglarda gücünün farkına varanların, 140 karaktere sığamamaları da yeni doğan blogların nedeniydi. Zamanın getirileri paralelinde bu git geller devam edecek olmakla birlikte değişmeyen tek şey bilginin gücü ve paylaşım gerekliliği olacak. İlk gün de altını çizdiğimiz gibi "Bilginin yaratımı sonsuzdur ve durdurulamaz. Çünkü daha fazla birey ve topluluk bilgi açısından zenginleştikçe, bundan dolayı öğrendikçe, bilginin yetersizliğinin farkına varabilecektir."