Bu Blogda Ara

6 Şubat 2013 Çarşamba

Israr Etme Ne Olur, Çalış Seninle de Olur...

Daha konuşmaya başlamadan, bilincimizin farkında olmadığı yaşlarda başlarız ısrara karşı koymaya... "Hadi son kaşık, bu son bu son" replikleri kulaklarımızda çınlarken, ağzı yüzü yumulmuş bir şekilde kaşıkla dairesel bir savaş içerisine gireriz.. 

Büyümeye başladıkça ısrar, anne gibi sadece "bizim iyiliğimiz için" düşüncesiyle yapılan bir şey olmaktan da çıkar. Kendi menfaatine olan bir eylemde senin gücüne ihtiyacı olanların ısrarıyla karşılaşmaya başlarsın. İşte bu noktada en somut örneklere "satış"da rastlarsın...

Mağaza gezerken dibinden ayrılmayarak "peki ya buna ne dersiniz" tekerlemecisi satış danışmanı, otogarda birden kolunuzdan çekerek sizi sürükleyebilme noktasına kadar varabilecek çığırtkan, telefonunuzun ekranına sevgilinizden çok cevapsız çağrı bırakabilecek telesatışçı; ısrarcılar sınıfının en sağlam üyelerinden. Lokantacılar ve taksicileri de Melike Karakartal zamanında anmış zaten! Spam olarak bildirmekten bıktığınız mail sapığı markalar ile sms hastaları da günümüz ısrarcılarının yeni mecralarından bazıları. 

Saydığım satışçıları andığım an rahatsızlıklarınızı hatırladığınıza emin gibiyim. Hepsiyle köşe bucak kaçmaca oynamışlığınız vardır diye düşünüyorum. Ama neden pes etmiyorlar? 

Sonuç almaları ve/veya aldıkları sonucun ısrarlarının bir getirisi olduğunu düşünmeleri net bir cevap olabilecek olmakla birlikte, insanların ilgi görmeye olan sempatisi ve vicdan duygusu gibi soyut gerekçeler yanı sıra, ısrar eden satıcı ile yaşanan karşı koyma savaşı sonunda elde edilebilecek maliyet avantajı (fiyat düşürme) da somut bir gerekçe olarak bu zor sorunun cevaplarına konu olabilir. Ancak ben ve benim gibi düşünen çoğunluğun, ısrarın yarattığı stresten ve ortaya çıkan görüntüden rahatsız oluşu, tüm olası gerekçelerin boşa çıkmasına neden oluyor. 

Pazarlamacılar da bu konuda ikiye ayrılıyor aslında. Israrın zararının faydasından çok olduğunu düşünenler yanı sıra, ısrarın önemli bir satış tekniği olduğunu savunanlar da yok değil. Pazarlamanın 4P'sine yeni P'ler eklerken Perseverance(Israr)'ı araya sıkıştıranlardan, satışların %80'inin beşinci ve sonraki aramalardan sonra gerçekleştiğini savunanlara uzanan bir kitle var elbette. Bu noktada ısrarın dozajı ve ısrara yüklenen anlam üzerinden orta bir yol bulunabilecek olmakla birlikte, ısrarı bir satış tekniği olarak kullanan markalar/işletmeler ile uzak durmaya çalışanları düşündüğünüzde, uzak duranların büyük olanlarda, kullananların ise küçüklerde yoğunlaştığını görmek, biz ısrar sevmeyenleri öne çıkarıyor gibi! Veya biraz daha ılımlı bakarsak, henüz büyüme aşamasındayken ısrarı, delikanın bir sonucu olarak makul görüp, olgunlaşmaya başladığınızda terk edilmesi gerektiğini savunalım. 

Yine de ben, olumlu baktığımız tarafları da göz ardı etmenizi yeğlerim. Ben ve benim gibiler için ısrar, her yaşta, her mecrada ters tepmiştir. Israr üzerine bir satış tekniği geliştirmeyi düşündüğünüzde aklınıza önce doymuş karnınıza rağmen ağzınıza o son kaşığı sokma gayretindeki anneniz, teyzeniz ve sonra sizin verdiğiniz tepki gelsin. İnanın, ısrar ile birine birşeyler satmak zorunda olduğunuzu hissetmektense, kişilerin size gerçekten ihtiyacı olduğunu hissetmeniz, size de kendinizi daha iyi hissettirecektir. Talep edilmek, arz etmekten her zaman daha keyiflidir... Ve talep edilir olma noktasında ısrara yer yoktur.

 

Hiç yorum yok: